Ana Sayfa / KASTAMONU / Kastamonu Yazıları / Yüz yıllık bir hikaye / Cebrail Keleş

Yüz yıllık bir hikaye / Cebrail Keleş

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yüz yıllık bir hikaye

Merkez Dayılar köyü Ortakçılar mahallesinde bir evin kapısındayım. Kastamonu’nun yaşayan belki de en eski oyma ustası Hacı Sabri Türkmenoğlu’nu arıyorum. 
Buralar bizim memleket, bizim eller, bizim köyler.
Her köy benim köyüm, buralarda ben artık kapı çalmıyorum. Zaten herkese açık olan bu kapılarda durup sesleniyorum,
“Ben geldim, destur var mıdır anam, dedem, ninem, kardeşim…” diyorum sadece.
Hepsi o kadar.
Sobanın yanında ellerimi ısıtırken, Sabri Dayımı odanın ortasında oturmuş namaz kılarken buluyorum. Artık eğilip kalkamadığından dizinin üstünde namaz kılıyor. Hiç acele etmeden büyük bir tefekkürle kılıp bitiriyor namazını. Ustayı imrenerek seyrediyorum. Namaz bitince de duasını edip kalkıyor ayağa.
Elini öpüp, “Merhaba ustam” diyorum, “Nasılsın? Halin keyfin nasıl; iyi misin, hoş musun?
“Hoş geldin evlat, Allah’ın bu gününe şükürler olsun daha ne isteyim, iyiyim” diyor.
Yaşının kaç olduğunu soruyorum.
“Yüz vardır” diye cevap veriyor.
Kendisinin ifadesine göre, Atatürk başa geldiğinde 5 yaşında, öldüğünde ise askerdeymiş. Resmi nüfus kaydı 1920 dese de yakınlarına göre en az 5-7 yıl sonra yazdırılmış, bu hesaba göre yaşı resmi olarak 92, gayriresmi olarak ise 97ile100 arasında.…

Kastamonulu şehit oğlu şehit”

Hele bir anlat bakalım Sabri Dayım, o günlerden aklında ne kaldı” diyerek sohbete başlıyoruz.
Yüzyıllık hayatın içinde yaşadıklarını, derin iz bırakmışları bir çırpıda aklına gelebilenleri bölük pörçük anlatıyor:
“Dedem İngilizlerle yapılan harpte kalmış, babam ise Arabistan’da yapılan savaştan geri dönmemiş. Bu köyde böyle birçok kişi var gidip de bir daha dönmeyen.
Senin anlayacağın benim dedem de şehit, babam da şehit…”
İstiklal Harbine dair hatırladıklarının olup olmadığını soruyorum, şunları söylüyor:
“İstiklal Harbi sırasında bu köyden 10 kişi öküzlerle İnebolu’ya gitti. Aralarında ninem de vardı. Babam Mekke’de Arabistan da savaşırken, anam, ninem öküzlerle mermi taşıdı cepheye. Ninem derdi ki, ‘Dayılardan çıkıp İnebolu’ya yola düştüğümüzde öyle bir rahmet yağdı ki, hiç dinmedi. Buradan yüklediğimiz buğday yüklü çuvallar bile ıslandı şişti.
Buğdayları teslim ettik, mermileri cephaneyi yükleyip Kastamonu’ya geldik.”
O günleri böyle anlatıyor, kısa zamanda aklına gelenleri paylaşıyor bizlerle.

Oymaya başlamamın sebebi 2,5 liralık bir levhadır.”

Peki ya oymacılığa nasıl başladın” diye soruyorum bu kez Sabri Dayıma…
“Ben beş yaşımdan beri yapılarda marangozluk ederim” diye başlıyor sanatkârlığının geçmişini ve söyle sürdürüyor:
“Buralarda çok yapıda emeğim işçiliğim vardır. Bundan otuz seneden fazla bir zaman öncesinde Hacı Mehmet Ali’nin yanına gittim.
Bir levha beğendim. Küçük bir şey, bir metre var yok, Kaça bu dedim.
2,5 lira dedi. Hayret ettim.
Üstelik iş yetiştiremiyormuş Çok işim var diye de ha bire şikâyet ediyordu.
Levhayı şöyle bir evirdim çevirdim nasıl yapılıyor baktım, zaten marangozum üstelik ağacı özünden tanırım, ben bu işi yaparım dedim ve benim oymacılığım da böyle başlamış oldu.
İlk zamanlarda oyma bıçaklarını bulmakta zorlandım. Buralarda bulamayınca Almanya’dan getirttim.
Sonra iş gelişti, marangozluğu bırakıp sadece bu işi yapar oldum.
Bu civarda birçok köydeki camilerin minber ve kürsülerini yaptım.”

Gönlünden geçenleri ağaca nakşeden asırlık usta”

Elimde bir levha var, eski yazıyla yazılmış. Ceviz üzerine oyulmuş. Merak edip soruyorum: “Nasıl yapıyorsun bunları?” 
“Yazıları çiziyorum, yanlış yapmamak için, ama diğer desenler gönlümden çıkıyor” diyor.
Şaşırıyorum ve “Nasıl yani Sabri Dayım” diyorum “O koskoca minberin desenlerini bir yerden almıyor musun?”
“Dedim ya, gönlümden çıkıyor bu desenler. Ölçüyor biçiyor oyuyor yerine yerleştiriyorum” diyor.
Çavundur köyündeki Minberi gözümün önüne getiriyorum.
Kocaman bir alanda birbiriyle uyumlu enfes bir kompozisyon ve ince bir işçilik var. Evinin içinde bir dolap kapağı var dışına geyik motifleri işlenmiş yanları çok güzel desenlerle bezenmiş.
Bunun ustası, yapanı ise oyma konusunda herhangi bir eğitimi olmayan, usta-çırak olarak bile geçmişi olmayan bir köy marangozu Sabri Dayım.…

Gönülden gönüle bir yol oldu”

Yüz yıla yakın bir hayatın her anı bir iz bırakmış yüzüne, ama hâlâ sağlam, hâlâ ayakta.
Kimseye kızmayıp, kimseden bir şey istemeyen, haline şükreden, uzun süren hayatı boyunca gönlünden çıkanları, eliyle ağaca nakşeden ustamla vedalaşıyoruz.
“Hoşçakal ustam” deyip O sanatkâr elini öpüyorum.
Sabri Ustam, “Yine gel, yine bekleriz. Ne iyi ettin de geldin” diye her Kastamonu köyünde, her vedalaşmada duyduğum ve çok sevdiğim sözleri söylüyor.

Yüz yıllık bir çınara sarılıyorum. Dedesi şehit, babası şehit, kendi sanatkâr olan Sabri Dayıma…
“Kalpten kalbe bir yol olur, gönülden gönüle gider” derler ya, işte öyle bir yol oluyor giriyor gönlüme Sabri Dayım.


 Kastamonu Gazetesi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Seyyid Kurtşeyh Dede ve Devrekâni

SEYYİD KURTŞEYH DEDE VE DEVREKÂNİ Ülkemizin her köşesi tarih, kültür ve medeniyet barındırmakta. Tarihte önemli …

Önceki yazıyı okuyun:
Altı Ayda Devr-i Âlem / Vehbi KARA

Vehbi KARA Altı Ayda Devr-i Âlem1872 yılında Jules Verne'in yazdığı bir macera romanına benzeyen “Altı …

Kapat