Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR'DAN / Zekât ile sadakanın lâyık oldukları mevkilerini bulmak için birkaç şart vardır

Zekât ile sadakanın lâyık oldukları mevkilerini bulmak için birkaç şart vardır

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

1وَ مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ

Şu cümle-i âliyenin itnabında bir îcaz-ı i’cazî var. Çünkü يَتَصَدَّقُونَ veya يُزَكُّونَ gibi kısa bir cümleye bedel, bunu ihtiyar etmesinden, sadakanın şerait-i makbuliyetini fehme ihsas ve nikât-ı hüsnünü ihsan ediyor. Sadaka beş şart ile tam sadaka olabilir:

Birincisi: Sadakaya muhtaç olacak derecede tasaddukta israf etmemektir. Şu şarta îmaen مِمَّا daki min-i teb’iziyeyi menar etmiştir.

İkincisi: Kendi malından vermeli, yoksa Ali’den alıp Veli’ye vermemeli. Şuna işareten hasrı ifade eden مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ deki takdimi ayar etmiştir.

Üçüncüsü: Minnet etmemektir. Buna remzen رَزَقْنَا daki hakiki mâlik kim olduğunu ve sadaka veren yalnız vasıta olduğunu göstermekle, şu şarta medar etmiştir.

Dördüncüsü: Tıyb-ı nefis ile rıza-i kalp ile olmalı. Havf-ı fakr ile olmamalı. Şuna telvihan رَزَقْنَا daki nun-u azametle اَنَا الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتٖينُ manasına remzedip şu şarta emare etmiştir.

Beşincisi: Sadakayı alan sefahette değil belki nafakasında ve hâcat-ı zaruriyesinde sarf etmeli. Şuna telmihan يُنْفِقُونَ un maddesini alâmet etmiştir.

Altıncı şart: Kemaldir. Mala hasredilmemeli. Zira tasadduk malda olduğu gibi ilimde, fikirde, fiilde de olur. Şu tamime مَا lafzındaki umum ile îma ve يُنْفِقُونَ deki ıtlak ile işaret etmiştir. Çünkü makam-ı hitabîde ıtlak, tamimdir.

İslâmiyet’in bir rükn-ü mühimmi olan zekât, beşerin hayat-ı neviyesi için ehemmiyeti şudur:

Hadîste var اَلزَّكَاةُ قَنْطَرَةُ الْاِسْلَامِ yani zekât bir köprüdür ki Müslüman, kardeşi olan Müslüman’a muavenet için ondan geçer. Zira memurun-bih olan teavün, o vasıta iledir. Ve nev-i beşerin heyet-i içtimaiyedeki nizamın sıratu’l-müstakimi odur. İnsanlar içinde madde-i hayatın cereyanına rabıta odur. Terakkiyat-ı beşerdeki zehirlere tiryak odur.

Evet, zekâtın vücub-u kat’îsinde ve onun kabilesi olan sadakaya ve karz-ı hasene davet-i Kur’anîden ve ribanın vesailiyle beraber hurmet-i şedidesinde azîm bir hikmet, âlî bir maslahat, vâsi bir rahmet vardır.

Eğer sahife-i âlemde tarihî bir nazarla dikkat ve cemiyet-i beşeriyenin mesavîsinin esasları teftiş edilse görülecektir ki bütün ihtilalat ve fesadın asıl ve madeni ve bütün ahlâk-ı rezilenin muharrik ve menbaı, tek iki kelimedir. O iki kelimenin imtizacından bomba gibi küre-i arz patladı ve izdivacından, medeni insanlardan canavarlar doğdu.

Birinci Kelime: Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne?

İkinci Kelime: İstirahatim için zahmet çek, sen çalış, ben yiyeyim.

Merhametsiz, nefis-perest olan birinci kelime-i gaddaredir ki âlem-i insanı zelzeleye getirip kıyameti kopmak üzeredir. Şu kelimenin ırkını kesecek tek bir devası var ki o da zekâttır ve zekâtın mükemmili olan sadakattir ve onun mütemmimi olan karz-ı hasendir.

Harîs, hodgâm, zalim olan ikinci kelimedir ki beşerin terakkiyatını öyle sarsıyor ki herc ü merc ateşine atmak üzeredir.

Şu dâhiye-i dehyanın tek bir devası var. O da hurmet-i ribadır ve faizin bütün vesailini hayat-ı içtimaiyeden ref’ etmektir. Hodgâm ellerde servetin inhisarına vesile olan riba kapları, bankaları settir. Evet, bu kaplar ile servet ve temellük, kalil adamlarda toplanır. Bu iki düstur ile tevzi edilmezse gasbedilecektir.

Evet, heyet-i içtimaiyedeki intizamın şartı, tabakat-ı beşer birbirinden uzaklaşmamak; tabaka-yı havas tabaka-yı avamdan, taife-i ağniya taife-i fukaradan ayrılmasın ki sıla-i rahim kopsun. Halbuki ribanın hayatı ve zekâtın mevti ile geniş bir mesafe açılmış, öyle bir uzaklık olmuş ki hayt-ı vasl kopmuş.

Tabaka-yı süflâdan, tabaka-yı ulyâya karşı ihtiram, itaat, tahabbüb yerine; yalnız ihtilal sadâsı, hased sayhası, kin enîni, nefret velvelesi, intikam feryadı yükselip işitilir.

Tabaka-yı ulyâdan, tabaka-yı süflâya merhamet, ihsan ve taltife bedel, yalnız zulmün ateşi, tahakkümün sâıkası, tahkirin ra’dı iniyor.

İşte bu halet-i ruhiyedendir ki sebeb-i tevazu ve terahhum olan havastaki meziyet, tekebbür ve gurura sebep olmuştur. Şefkate, acımaya ve yardıma sebep olan fukara aczi, avamın fakrı esaretlerine, sefaletlerine sebep olmuştur.

Eğer şahit istersen âlem-i medeninin fesat ve rezaletine bak, zaman çok şahitleri gösterecektir.

Elhasıl: Tabakatın musalahası, birbirine yakınlaştırmasının çare-i yegânesi, erkân-ı İslâmiyet’ten olan zekâtı, heyet-i içtimaiyenin tedvirine vâsi, âlî düstur ittihaz etmektir.

İslâmiyet’te en büyük kebire olan ribayı vesailiyle ilga etmektir. Adalet-i Kur’aniye âlem kapısında durup ribaya yasaktır, girmeye hakkın yoktur, der.

Zaman ihtiyarlandıkça Kur’an gençleşiyor, rumuzu tavazzuh ediyor.

Mesela اِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ عِشْرُونَ … الخ

Mesela تَجْرٖى فِى الْبَحْرِ … الخ

Mesela قُتِلَ اَصْحَابُ الْاُخْدُودِ … الخ

Mesela… Mesela… ilh.

Sünûhât-Tulûât-İşârât (İşârât)  

***

1 وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ 

Bu kelâmın mâkabliyle nazmını icab ettiren münasebet ise:

Namaz عِمَادُ الدّٖينِ yani dinin direği ve kıvamı olduğu gibi zekât da İslâm’ın kantarası yani köprüsüdür. Demek birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden İlahî iki esastırlar. Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır.

Zekât ile sadakanın lâyık oldukları mevkilerini bulmak için birkaç şart vardır:

1- Sadakayı vermekte israf olmaması.

2- Başkasından alıp başkasına vermek suretiyle halkın malından olmayıp kendi malından olması.

3- Minnetle in’amın bozulmaması.

4- Fakir olmak korkusuyla sadakanın terk edilmemesi.

5- Sadakanın yalnız mala ve paraya münhasır olmadığı bilinmesiyle ilim, fikir, kuvvet, amel gibi şeylerde de muhtaç olanlara sadakanın verilmesi.

6- Sadakayı alan adam, o sadakayı sefahette değil, hâcat-ı zaruriyesinde sarf etmesi lâzımdır.

Kur’an-ı Kerîm bu şartları, bu nükteleri insanlara sadaka olarak ihsan ve ihsas etmek için يُزَكُّونَ veya يَتَصَدَّقُونَ veyahut يُؤْتُونَ الزَّكَاةَ gibi îcazlı bir ifadeyi terk edip وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ gibi itnablı bir cümleyi ihtiyar etmiştir.

1- Teb’izi ifade eden مِنْ israfın reddine.

2- مِمَّا nın takdimi, sadakanın kendi malından olduğuna.

3- رَزَقْنَا minnetin olmamasına. Çünkü veren Allah’tır, kul ise bir vasıtadır.

4- Rızkın نَا ya olan isnadı, fakirlikten korkulmamasına.

5- Rızkın âmm ve mutlak olarak zikredilmesi, sadakanın ilim ve fikir gibi şeylere de şâmil olmasına.

6- نَفَقَ maddesi; alanın, sefahete değil, hâcat-ı zaruriyesine sarf etmesine işaretlerdir.

Bütün muavenet ve yardım nevilerini hâvi olan zekât hakkında sahih olarak Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan اَلزَّكَاةُ قَنْطَرَةُ الْاِسْلَامِ hadîs-i şerifi mervîdir. Yani Müslümanların birbirine yardımları ancak zekât köprüsü üzerinden geçmekle yapılır. Zira yardım vasıtası zekâttır. İnsanların heyet-i içtimaiyesinde intizam ve asayişi temin eden köprü zekâttır. Âlem-i beşerde hayat-ı içtimaiyenin hayatı, muavenetten doğar. İnsanların terakkiyatına engel olan isyanlardan, ihtilallerden, ihtilaflardan meydana gelen felaketlerin tiryakı, ilacı muavenettir.

Evet, zekâtın vücubu ile ribanın hurmetinde büyük bir hikmet, yüksek bir maslahat, geniş bir rahmet vardır.

Evet, eğer tarihî bir nazarla sahife-i âleme bakacak olursan ve o sahifeyi lekelendiren beşerin mesavîsine, hatalarına dikkat edersen, heyet-i içtimaiyede görünen ihtilaller, fesatlar ve bütün ahlâk-ı rezilenin iki kelimeden doğduğunu görürsün.

Birisi: “Ben tok olayım da başkası açlığından ölürse ölsün bana ne.”

İkincisi: “Sen zahmetler içinde boğul ki ben nimetler ve lezzetler içinde rahat edeyim.”

Âlem-i insaniyeti zelzelelere maruz bırakmakla yıkılmaya yaklaştıran birinci kelimeyi sildiren ancak zekâttır.

Nev-i beşeri umumî felaketlere sürükleyen ve Bolşevikliğe sevk edip terakkiyatı, asayişi mahveden ikinci kelimeyi kökünden kesip atan, hurmet-i ribadır.

Arkadaş! Heyet-i içtimaiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır. Havas kısmı avamdan, zengin kısmı fukaradan hatt-ı muvasalayı kesecek derecede uzaklaşmamaları lâzımdır. Bu tabakalar arasında muvasalayı temin eden, zekât ve muavenettir. Halbuki vücub-u zekât ile hurmet-i ribaya müraat etmediklerinden tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir, sıla-i rahim kalmaz.

Bu yüzdendir ki aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itaat, muhabbet yerine ihtilal sadâları, hased bağırtıları, kin ve nefret vaveylâları yükselir. Kezalik yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor.

Maalesef tabaka-i havastaki meziyetler, tevazu ve terahhuma sebep iken tekebbür ve gurura bâis oluyor. Tabaka-i fukaradaki acz ve fakirlik, ihsan ve merhameti mûcib iken esaret ve sefaleti intac ediyor. Eğer bu söylediklerime bir şahit istersen âlem-i medeniyete bak, istediğin kadar şahitler mevcuddur.

Hülâsa: Tabakalar arasında musalahanın temini ve münasebetin tesisi ancak ve ancak erkân-ı İslâmiyeden olan zekât ve zekâtın yavruları olan sadaka ve teberruatın heyet-i içtimaiyece yüksek bir düstur ittihaz edilmesiyle olur.

İşârâtü’l-İ’câz’dan

1. Bakara Sûresi, 3. Âyet

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Lâtif Nükteler

Risale-i Nur Külliyatından Lâtif Nükteler Müellifi Bediüzzaman Said Nursi   *** Sadakatta namdar, safvet-i kalbde …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Varız değil mi?

Yazar: Neslihan Nur Türk Oruç bizi tutamaz, biz orucu tutarız! Havâs orucu için azmetmeye var …

Kapat