Ana Sayfa / Yazarlar / Zirve-i müntehada bir vâris-i Muhammed (asm) / Eyüp EKMEKÇİ

Zirve-i müntehada bir vâris-i Muhammed (asm) / Eyüp EKMEKÇİ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

HAZRET-İ BEDİÜZZAMAN (Zirve-i müntehâda son vâris-i Muhammed (A.S.M))

Eksi ve artı kutuplar hâlinde “münteha”ların şahsında birleştiği zattır yani:
Hz. Bediüzzaman.
Tarihi en ağır şartlarda en ulvi mertebede Kur’ani imtisal, süneni ittiba’ mertebelerini yaşıyarak,o en ağır fetret yıllarında, ümmetin o fetretten necatına medar imamet.. Bilahare ilim ve fen asrını, materyalizm dalaletinden kurtaran yegane çare olarak Kur’ani ilim ve hikmetle tefekkür-ü imani olan en yüksek irşad çığırını açmıştır. Bizzat kendi beyanları ile ve İmam-ı Rabbani(RA) Hazretlerinin de işaretiyle: “Ehil olanlara velayet-i kübra feyizlerini ifaza eden bir derstir Resailin Nur. “Yani: Asr-ı Saadetten in’ikas ile, Kur’anî irşadda en ulvi bir inkişaf ve inkılab, asrın şiddet-i ihtiyacına binaen ihsan edilmiştir.

Âzami takva ve nastan istiğnanın müntehasındadır.
Gençliğinin en heyecanlı devresinde İstanbul’da bulunmuş: “On sene İstanbul’da gezdim; bir tek kadına bakmadım.” sözünün ifade ettiği bir takva-yı azamın sahibidir. Şiddetli merakla bu noktada kendisini imtihan eden ehl-i ilim arkadaşlarının şehadetiyle sabittir. İstiğnası da harika:
Bedîüzzamân bu arada çok cazip ve dünyâda O’ndan başka belki de kimsenin reddedemeyeceği bir teklif alır. Bu teklifi kendisine hiçbir vârisi olmayan Saîd Halîm Paşa yapmıştır. İstanbul’da olan ve etrafı ile İstanbul’un en şâşalı güzellikleri ile meşhur olan yalısını teklif etmiştir. Bu yalı, Saîd Halîm Paşa Yalısı’dır. Paşa Bediîüzzamân’ı sevmiş ve O’na “Gel bu yalıyı sana vereyim burada ilmî çalışmalarını yap.” demiştir.

“Bu arada Bediüzzaman’ın fikirlerini çok beğenen ve yaptığı hizmetleri yakından takip eden Sadrazam Saîd Halîm Paşa, Yeniköy’deki yalısını çok büyük arazisi ile beraber ona vermek istemişti. Bediüzzaman bu köşkte hem ilmi çalışmalarına devam edebilir hem de çok sıkıntılı ve yorucu geçen hayatının bundan sonraki kısmını rahatça geçirebilirdi.”

Bedîüzzaman ilk teklifi aldığında hemen red etmemiş, düşünmesi gerektiğini söylemiştir. Aradan zaman geçmiş ve Paşa Bedîüzzamân’a adam göndermiş. “Karârını versin, benim işim var.” diyerek Bedîüzzamân’ın kararını vermesini beklediğini söylemiş. Fakat Bediüzzaman, hizmetindeki ihlasa zarar gelmemesi için II.Abdülhamid’in teklifini reddettiği gibi, Saîd Halîm Paşa’nın teklifini de reddetti. Çamlıca’daki dinlenme günlerinde Kosturma (Kostroma)’da filizlenen ve dünyanın fani yüzünü gösteren tefekkür yeniden başlamıştı. İstanbul’daki siyaset de onu bunaltmıştı. Yeni bir ruhi uyanışın sancılarını yaşayan Bediüzzaman, sık sık Beykoz’daki Yuşa Tepesi’ne çıkarak tefekküre dalıyor ve dünyayla olan bağlarını tamamen koparmaya çalışıyordu. ” Bedîüzzamân bir gece daha müsâade istemiş ve o gece istihâre yapmış. Devâmını kendisinden dinleyelim:

“Bundan yirmi beş sene kadar evvel İstanbul Boğazındaki Yûşa Tepesinde, dünyânın terkine karar verdiğim bir zamanda, bir kısım mühim dostlarım beni dünyâya, eski vaziyetime döndürmek için yanıma geldiler. Dedim: “Yarına kadar beni bırakınız; istihâre edeyim. Sabahleyin kalbime bu iki levha hutûr etti. Şiire benzer, fakat şiir değiller. O mübârek hâtıranın hâtırı için ilişmedim. Geldiği gibi muhâfaza edildi.

Beni dünyâya çağırma,/Ona geldim fenâ gördüm.
Demâ gaflet hicâb oldu,/Ve nûr-i Hak nihân gördüm.
Bütün eşyâ-yı mevcûdât/Birer fâni muzır gördüm.
Vücud desen, onu giydim,/Âh, ademdi, çok belâ gördüm.
Hayat desen onu tattım/Azap-ender azap gördüm.
Ömür ayn-ı heva oldu,/Kemal ayn-ı heba gördüm.
Akıl ayn-i ikàb oldu,/Bekàyı bir belâ gördüm.
Amel ayn-i riya oldu,/Emel ayn-ı elem gördüm.
Visâl nefs-i zevâl oldu,/Devâyı ayn-ı dâ gördüm.
Bu envar zulümât oldu,/Bu ahbâbı yetim gördüm.
Bu savtlar na‘y-i mevt oldu,/Bu ahyâyı mevât gördüm.
Ulûm evhâma kalb oldu,/Hikemde bin sakam gördüm.
Lezzet ayn-i elem oldu,/Vücutta bin adem gördüm.
Habîb desen onu buldum,/Âh, firâkta çok elem gördüm.”

İşte Bedîüzzamân bu mısralarla muhataplarına karşılık vermiştir.

Bu istiğna hadiselerinin hepsini sıralamamız mümkün değil; bir iki örnekle iktifa edeceğiz. Zaten Tereke hâkimi de vefatında bütün maddi varlığını beş yüz küsur lira olarak tesbit etmiştir.
Dava adamının sıdkının en mühim bir miyarı da onu harekete getiren ve ömrünce mücahedesinde azminin sâiki olan vak’a ve nesne Bediüzaman’da harikulade bir hamiyet, şecaat ve gayret-i imaniyedir: Zalim emperyalizmanın sözcüsü olarak Lord Gürzon’un: “Bu Kur’an Türklerin elinde kaldıkça biz onlara hakiki hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız; ya bu Kur’an’ı sukut ettirmeliyiz, veya Türkleri ondan soğutmalıyız.”
İşte bu gazete haberi, Hz Bediüzzaman’ın fıtratında mevcud hamiyet ve şecaat-ı imaniyeyi, tarifin fevkinde galeyana getirmiş: “Ben Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez bir güneş olduğunu dünyaya isbat edeceğim.” demiş ve bütün ömründe bu saikle çalışmış ve çalıştırmış ve milletimizin ve ümmet-i İslam’ın bugünkü teyakkuzunda en mühim bir amil olmuş ve olacaktır.

İngilizlerin İstanbul’u işgali esnasında onların münafıkane, kandırıcı siyasetinden, hayatını yüzde yüz tehlikeye atarak hocaları ve milleti kurtarıcı mücahedatı, şiddetli şecaatkar makaleleri Ankara’nın dikkatini çekmiş; hatta bu arada Sultan adına Kuva-yı Milliye’nin aleyhinde çıkarılan yalan fetva taktiğine karşı: “Sultanımız şimdi esirdir; hükmü mualleldir. Kuva-yı Milliye meşrudur. Cihad farz-ı ayndır.” buyurarak musib fetvayı vermiş; Kuva-yı Milliye’yi desteklenmiştir.
Ankara, Mustafa Kemal 19 defa şifre ile Ankara’ya davet etmiştir. Buna mukabil; “Burada ateş hattında mücahede etmek daha çok hoşuma gidiyor.” diyerek icabet etmemişti.
On dokuzuncu defasında istişare sünnettir diye bir talebesiyle istişare etmiştir. O zat: “Efendim yeni bir devlet teşekkül etmek üzeredir. Sizin gibi zatların bulunması gayet maslahattır.” demesiyle Ankara’nın davetine icabet etmiş; on maddelik bir beyanname neşretmiştir.
Fakat o esnada 19.asır materyalizminin tesiri ve dünyaperestlik fikrinin meclis üzerinde de hakim olmaya başladığını görerek; -M.Kemal’ın, mebus maaşı 30 lira, reis-i cumhurun resmiyetteki maaşı 70 lira iken- Hazret-i Bediüzzaman’a 300 lira maaş,Şark umumi vaizliği, ömür boyu mebusluk, boğazda istediği yerde, kâşânelerde oturmak gibi teklifleri de bırakarak.. hatta trene binip gideceği zaman M.Kemal’ın trene kadar gelerek: “Hocam bizi bırakıp gitme; beraber çalışalım.” diye ısrarlarına rağmen: “Ben ahiretime çalışacağım.” diyerek Van’a avdet etmiştir. Aslında o esnada son varis-i Peygamberî, İki cihan Serverinin: “Ben o Süfyan’ın zamanında gelseydim; en asude bir yere çekilir, Kur’an’dan iman bürhanlarını istihrac eder, Süfyan’a(materyalizme ve zihniyetine) onunla mukabele ederdim.” hadis-i şerifinden mesajını almıştır.
“Milletin kalb hastalığı zaaf-ı diyanettir. Onu takviye ile sıhhat bulabilir.” buyurarak tarihi vazifesine; “cihad-ı manevi”sine azimet etmiştir.
Bu arada Şark’ta Ankara’nın dine karşı tavrından rahatsız olarak bazı hareketler vukua gelmekteydi.
Mesela Osmanlı Paşalarından Kör Hüseyin Paşa; Üstadımız tasavvurundaki, din ilimleriyle fen ilimlerini mezcederek ders verecek bir üniversitenin mukaddematı olarak talebeleriyle yaptığı ders esnasında Kör Hüseyin Paşa, bir istişare için ziyaretine gelerek Hazret-i Üstad Bediüzzaman’dan Ankara’yla harb etmek için fetva istemiştir. Geldiğinde büyük bir torba altın getirmiş. Hazret-i Üstad: “Nedir bu!” diyor.
Kör Hüseyin Paşa: “Zekâtımdır hocam.”
Bediüzzaman: “Senin çevrende fakir köy yok mu! Sen şeriat bilmez misin! Oradan buraya zekât gelir mi! Al paranı!” buyuruyor.
Kör Hüseyin Paşa: “Şu yanındakileri çıkar da seninle mahrem bir mes’ele görüşeceğim.” der.
Bediüzzaman: “Bunlar benim vücudumun azaları gibidir; burada yabancı yok. Söyle ne söyleyeceksen.”
Kör Hüseyin Paşa: “Ben Mustafa Kemal’le harb edeceğim”
Bediüzzaman: “Mustafa Kemal’in askeri kim!”
Kör Hüseyin Paşa: “Ne bileyim ben işte askerdir.”
Bediüzzaman:”Ahmed’i Mehmed’le, Hasan’ı Hüseyin’le çarpıştıramazsın. İzin yok.”
Kör Hüseyin Paşa: “Seyda benim yüzümü kara ettin. Ben şimdi elli bin atlıya ne yüzle bakacağım!”
Bediüzzaman: “Git dünyada halk nazarında yüzün kara olsun. Mahşerde Hak huzurunda yüzün kara olmasın.” buyurur. O imanlı zat vazgeçip dönüp gitmiştir.
Bilahare Şeyh Said’in yardım istemesine mukabil: “Türk milleti asırlardır İslam’ın bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiştir. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Milleti irşad ve tenvir lazımdır.” buyurmuşlardır.
Cumhuriyet’in başında zalim emperyalizmanın baskısı, ve materyalizm taunun tesiriyle dine karşı tarihte emsali olmayan devlet terörü estirildiği devrede; gerek materyalist felsefeye gerek bütün şiddetiyle kendilerine tatbik edilen istibdad-ı mutlaka karşı ilmî ve manevi mücahedatına en imkansız şartlar altında devam etmiş, “İslamiyet selm ve müsalemettir; dahilde niza ve husumet istemez.” kaziyesini mutlak derecede imtisal ederek asla menfi harekete tevessül etmemiş, izin vermemiş, şiddetle menetmiştir.

Şark’tan sebepsiz zulmen batıya, tam (kuş uçmaz kervan geçmez) tabirine mâsadak, dağlar arasında bir köyde gurbet hayatına mahkum edildiği halde, hatta sonradan yirmi kere zehirleme, yirmi sekiz sene sürgün gibi tarihte emsali olmayan zulümlere,kader-i İlahi cihetine bakarak bu en ağır şartlar altında ilmî ve manevi mücahesine sarılmış, şefkatin en münteha noktasında Alem-i İslam’ın ve beşeriyetin ebedi hayat ve saadetleri hesabına her müşkilata göğüs germiştir. Bu şartlar adeta rahmet-i İlahiye’nin, rêfet-i Rabbaniye’nin tecelliyatına medar olarak ezeli-ebedi muc’ize olan Kur’an’ın manevi muc’izesi ve azam mertebede ayinedarı olarak ilim ve fen asrının Kur’an’dan dersi olan Risale-i Nur’lar zulmen nefyedildiği o dağ köyü gurbetinde beşeriyetin ufkuna, Asr-ı Saadetin bir in’ikası olan bir tecelli olarak güneş gibi doğmasına medar olmuştur. Risale-i Nur’lar; ilim ve fen asrının dersi olarak, Kur’an’ın ilim ve hikmet nuruyla açılımı olarak sünühatın en azami mertebesinde olarak, zalim emperyalizmanın materyalizm afyonuyla zehirlemeye çalıştığı beşeriyetin imdadına, şiddet-i ihtiyaca binaen ilmi ve manevi dersleriyle Kur’ani bir hidayet nuru olarak ihsan edilmiştir.
Evet. Hadis-i Şerifte: “Ahırzamanda silah kılıç yerine hak ve hakikatın bürhanları, düşmanları mağlubedip dağıtacak.” buyrulmuştur.
Şimdi bütün dünyada seksen lisan üzerinde intişar etmekte, İslam ve insaniyetin imdadına yetişmektedir.
Risale-i Nur ile gelen Kur’ani irşadda Asr-ı Saadetten sonraki en büyük inkılabı şu cümle ifade ediyor: “Kâinat mescidi kebirinde Kur’an kâinatı okuyor.” Bu muazzam keşif ve hakikatı bu ilim ve fen asrı zemininde Risale-i Nur keşfetmiş Kur’an kâinatı isim ve sıfat-ı mutlaka-i ilahiye üzerinden nasıl okuduğunu bize ders vererek irşadda en büyük Kur’ani inkılabı keşfetmiştir. Sahabenin velayet-i olan velayet-i kübrayı ehil olanlara ifaza eder buyruluyor.
Vesselam.

Mühim bir not: Asrın manevi cihad erlerine
Hazret-i Bediüzzaman’ın vasiyet hükmünde ve şahıslarında taklidi mümkün olmayan bir mertebede imtisal ettikleri iki beyanları:
“BEN BU EHL-İ DALÂLETİ BİR CİHETTE İKTİSADIMLA MAĞLUB ETTİM!”
Peki “Bu dehşetli zamanda; şeytani plan, proje, entrikalar zamanında manevi cihad erlerinden, bu yüzden mağlubiyete uğrayanlar var mıdır!” desek:
“İKTİSAD EDEMİYEN DECCALIN DAMINA (tuzağına)DÜŞER” VESSELAMÜ ALA MENİTTEBEAL HÜDÂ.

Bazı nâseza ve cihad-ı maneviye-i diniye cihetinde zamanın nezaketini nazara alamayarak, bu dehşetli entrikalı zamanda İslam ve insan aleminin iki cihan  saadeti için, Rahmet semasının vediası olan vâris-i Peygamberi’ye, asrın mahza Kur’ani iman ve hakikat-ı İslamiye dersi muallimine atfedilmeğe çalışılan nâseza ilişmelere binaen, Kur’an’ın bu asra dersinden ibretli ve dikkate davet eden bir paragraf:

Bu hizmet-i kudsiyenin kerameti üç nevidir:

Birinci nev’i:

O hizmeti ihzar etmek ve hâdimlerini o hizmete sevketmek cihetidir.

İkinci kısım:

Manileri bertaraf etmek ve muzırların şerrini def’edip, onları tokatlamaktır.

Bu iki kısmın hâdiseleri çoktur, hem çok uzundur.

{(*): Meselâ: Halk Partisi, Nur talebelerine verdikleri azab ve sıkıntı ve ihanetlerden, kendileri dünyada daha ziyade cezasını çektiler, aynını gördüler.}

Üçüncü kısım şudur ki: Hizmette hâlisen çalışanlara fütur geldiği vakit, şefkatli bir tokat yerler, intibaha gelerek yine o hizmete girerler. Bu kısmın hâdisatı, yüzden fazladır. Yalnız yirmi hâdiseden on üç on dördü şefkatli tokat yemişler, altı yedisi zecr tokadı görmüşler.

Bir not:Te’vilini ehline bırakarak bir rivayeti arzedelim.
“Son müceddidi tanımadan vefat eden cahiliye ölümü ile ölür.”
Bu rivayeti duyan bazı zatlar, gayrete gelip epeyce araştırmalar hatta seyahatlar yapmışlar. Fakir, orta okul iki üçte rahmetli babamın merakıyla epey kitap okuduktan sonra aradığım Kur’andadır diye mealli bir Kur’an aldık onu biraz okuyunca anladık ki, füyuzatını verecek hakiki tefsirini bulmak lazım. İzmir çölünde 3 sene aradık nihayet İzmir Atatürk Lisesinin son sınıf son ayında Risale-i Nuru okuyan üç arkadaşla tanıştıktan sonra arayışın neticesine varmış olduk. Yarım asırdır okuyoruz aramaya ihtiyacımız kalmadı. Okumaya ihtiyacımız sonsuz. Manevi dersinde Kur’ani okyanuslar bulunan Risale-i Nur gavvaslarını bekliyor…
Bir de:
“Her risale bir Said’dir.” buyurulması ile dünyanın neresinde ve mektebinde olursa ve okursa okusun,Risale-i Nur’u okuyup talebesi olan kimse, Hz Bediüzzaman’ın “Medreset-üz-Zehra’sında din ve fen ilimlerini mezc ederek en yüksek ve yetişilmez, emsali olmayan bir tahsilin talebesidir. Hayatın ve mematın(ölümün) bütün problemlerini halletmiş, saadet-i ebediyeye dünyada iken girmiş bir bahtiyardır. Ve Hz Bediüzzaman dünyanın en çileli hayatını,emperyalist insanlık düşmanı materyalist gaddarlardan  ömrünce çektiği halde: “Benden daha bahtiyar birini bilmiyorum. Zerrat-ı Kâinat adedince ELHAMDÜLİLLAH.” Diyerek bu hakikatın en yüksek kuvvetli şahidi oluyor.

***
SULTAN ABDÜL-HAMİD VE 19000 ALTIN MES’ELESİ

(Hz Bediüzzaman’ın Sultan Abdül-Hamid’le münasebeti ve şark üniversitesi için 19000 altın tahsis edilip l.Cihan harbi sebebiyle tahakkuk etmeyen proje mes’elesinin aslını merak edenler okusun. İslam düşmanlarının bühtanına cevap.)

ZAMAN ÂHİRUZZAMANDIR

Ehl-i iman kâl u kıyllerine dikkat etmeli..hususan hüsn-ü zan edilenler, yanılmalara sebep olmaktan şiddetle içtinab etmeli. “Gıybet katl gibidir.” rivayeti, bazı gıybet katil gibi mes’uliyetli olup bazan da Din-i İslam’a farkında olmadan, hatta ehl-i hizmet iken,darbe vurmak vartasına düşmekten Allah’a sığınmak lazım. Bazan azim bir hasenatı alıp götürebilir.

Bediüzzaman Hazretleri dine muarız devletin terörü altında, dahilde asayişe ilişmemek ve bil’akis müsbet hareket ve hukuki müdafaa çerçevesinde mücahedatına devam ederken, sâdâttan meşhur bir zat lâdini zihniyetin emrinde olan teyzesinin oğlu vasıtasıyla aleyhte gıy bet ettiriliyor. Hazret-i Üstad lahikada ismini vermeyerek “ihtiyar zat” tabiriyle ikazda bulunuyor. O nazik zamanda Kur’an’ın hukukuna şiddetle zararlı düşen bu gıybete karşı da talebelerine itidal-i demmi tavsiye ediyor. O zata da tahribatını tamire çalışmak şartıyla helal edeceğini söylüyor. Ve: Zındıka cereyanı ehl-i imanı birbiriyle boğuşturarak da dine taarruz taktiklerinin oyununa gelmemek derslerini veriyor.

Pensilvanyalıyı emperyalizma yani İslam düşmanlığı projesinin öznesi haline getiren saik, Hazret-i Bediüzzaman’a karşı olan çekememezliğidir. Ve “Benim malım değil Kur’an’ın malıdır. Benim ne haddim var ki böyle bir esere sahip olayım.” buyurdukları ve materyalist felsefeye karşı Kur’an’ın ve imanın müdafaası ve bu meyanda imanın ve hakaik-ı İslamiye’nin seb’al mesâniye mazhar en âzam mertebede Kur’anî dersi olarak, ilim ve fen asrının zemininde Kur’an’ın ilim ve hikmet nuruyla açılımı olan Risale-i Nur’u sırf çekememezliği ile tahrif etmeye teşebbüs etmesidir. Bu dehşetli tahrif cinayetinden sonra başına gelenleri, biz “Benim evliyama ilişene ben harb ilan ederim.” hadis-i kudsisinin tecellisi olarak görüyoruz.
Şimdi de ikiye bir Hazret-i Bediüzzaman’ın Kur’ânî bir meslek içinde imana hizmet mücahedatında bütün hayatında temel esas olarak hassasiyetle tatbik ettikleri âzami iktisad ve istiğnasına bühtan teşkil eden bir isnada cevap teşkil eden bir mes’eleyi tekrar ifade edeceğiz. Vesikalarla ibrazını ehil kardeşlerimize havale ediyoruz.

Hulusi-i Bitlisî’nin çıkardığı dergideki beyanı buraya alıyoruz.

Hazret-i Üstad Bediüzzaman Şarkta bir üniversite kurmak tasavvuru ile Dersaadete(İstanbul) geliyor. Bu üniversitenin maslahatı şöyle:
Bir: Din ve fen ilimlerinin beraber tahsil edilmesi. Zira: “Aklın nuru fünun-u medeniyedir. Kalbin ziyası ulum-u diniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder ve talebenin himmeti pervaz eder.”
İkincisi: “İttihad cehl ile olmaz. İttihad, imtizac-ı efkardır, manasıyla İslami kavimlerin (Arap,Türk,Kürd vesaire) ittihadını temin.
Bu mananın tafsilatı Emirdağ II Lahikası’ndaki Reis-i Cumhura ve Başvekile mektupta mevcuttur.

1907 yılındaki gelişinde Sultan Abdulhamid’le görüşmeyi temin edecek olan başmabeynci ziyaret sebebini soruyor. Bediüzzaman: “Memleketimin maarif mes’elesi için geldim; Sultanla görüşeceğim.” diyor.
Başmabeynci huzura çıkıp bir torba altınla geliyor: “Maarif meselesi mecliste derdest-i tezekkürdür. Bu Sultandan ihsan-ı şahanedir.” diyor.
Hazret-i Üstad:”Maarifi te’hir maaşı ta’cil ne içindir, bu hakk-ı sükuttur. Ben maaş dilencisi değilim. Memleketimin maarifi için geldim.” diyerek torbayı fırlatıyor.
Başmabeynci: “Ne yaptınız? Hareketiniz idamınızı mucibtir!” diyor. Hazret-i Üstad:”Neticesi deniz olsa geniş bir kabirdir.” diyor.
Bu hamiyet-i diniye ve şecaat-ı imaniyeden gelen tavır akıllarına sığmadığı için tımarhaneye gönderiliyor. Baş tabip Hazret-i Bediüzzaman’la mükalemesinden sonra: “Bu Zat’ta zerre kadar cünun varsa, yeryüzünde akıllı birtek adam yoktur.” diye rapor veriyor.

1911 yılında Şam’da Emevi Camiinde bir hutbe veriyor. Hutbe-i Şamiye eserinde mevcuttur.
Sonra Beyrut üzerinden tekrar İstanbul’a döndüğünde Sultan Abdulhamid hal’edilmiş; yerine Sultan Reşad geçmiştir. Sultan Reşad’ın tahta çıkma merasiminde Hazret-i Bediüzzaman da davet edilmiştir. Sultanla o davette tanışırlar. Bilahare Sultan’ın Kosova seyahatinde Şark vilayetleri namına iştirak eder. O esnada Sultan Reşad’a Kosova’da te’sis edilmesi düşünülen bir üniversite münasebetiyle; böyle bir üniversiteye Şark’ta daha ziyade ihtiyaç ve maslahat olduğunu ifade eder. Bu teklif kabul edilir.
O esnada Kosova düşman istilasına uğrar.
Bunun üzerine Şark Dar’ül-fünun’u için 19000 altın lira tahsisat ayrılır. Bin lirası Van valisine gönderilir. Hazret-i Bediüzzaman da Van’a giderek Edremit(Artemit) mevkiinde Van valisiyle beraber mutasavver Dar’ül-fünunun(üniversite) temeli atılır. Birinci Dünya Harbi çıkınca teşebbüs geri kalır.
Hazret-i Bediüzzaman talebeleriyle beraber gönüllü alay kumandanı olarak harbe iştirak eder. Yaralanıp esir düşer. Sonra harika bir inayetle Varşova üzerinden tekrar İstanbul’a dönmeye muvaffak olur.
Şimdi Diyanet İşleri Başkanlığımızın ehl-i ilme bir me’haz olmak üzere neşretmiş olduğu ve Alem-i İslam’ın ilim mahfillerinde çok rağbet gören Arabî İşarat-ül İ’caz eseri; harb cephesinde avcı hattında, ayetlerin en ince i’câzî nükteleri tahkik edilerek telif edilmiştir. Diyanet Yayınları içinde Hazret-i Bediüzzaman’ın Arabî Mesnevi ve Türkçe Sözler, Mektubat eserleriyle beraber mevcuttur. Tevhid (Allah’a iman ve marifetullah, muhabbetullah); nübüvvet (Risalet-i Ahmediye (a.s.m)), haşir gibi imanî hakikatların ilim ve fen asrının dimağına ikna edici, kanaat verici ve hadsiz meratibinde terakkiye medar yani hem dünya hem ahiret saadetini netice veren dersleri, ezeli-ebedi mu’cize olan Kur’anın bu asırdaki manevi muc’izesi halinde ders verilmektedir.

Bil’ahare birinci mecliste de mezkûr Şark Üniversitesi teklifini tekrar eder. Hz. Bediüzzaman’ın tabiriyle paranın kıymetli vaktinde 150000 banknot iki yüz meb’ustan 163 meb’usun imzasıyla M. Kemal da dahil olarak tahsisat ayrılır. Sonra Hazret-i Bediüzzaman on maddelik bir beyanname neşrederek (Tarihçe-i Hayat’ta mevcuttur.) muzafferiyetin şükrü ve devletin selameti ve bekası ve sağlam temele oturması için, Müslüman milletin temsil makamı olan meclisin namazı ikame etmesinin lüzumunu ifade eder. Bu teklif M.Kemal ile bir münazaraya sebeb olur.
Hazret-i Üstad, bir müddet daha kaldıktan sonra; üç yüz lira maaş(meb’us maaşı 30 lira, reis-i cumhurun maaşı resmiyette 70 lira iken), şark umumi vaizliği, Boğaziçinde istediği yerde oturmak, istediği kadar kızlarla evlenmek gibi tekliflere rağmen, “Ben sizinle çalışamam; fakat size de karışmam. Ben ahiretime çalışacağım.” diyerek, Kemal’in “Hocam gitme beraber çalışalım” diye ısrarlarına rağmen, Van’a avdet etmiştir. Zira “Milletin kalp hastalığı zaaf-ı diyanettir; onu tedavi ile sıhhat bulabilir.” kanaatına varmıştır.
O sırada şarkta bazı isyan hareketleri olur.Ellibin atlı ile hazırlık yapan Kör Hüseyin Paşa’nın teşebbüsüne,”Ahmed’i Mehmed’le Hasan’ı Hüseyin’le çarpıştırmak şer’an caiz değildir. İzin yok” diyerek mâni olmuş. “Zekatımdır.” diye getirdiği altınları reddetmiştir.
Şeyh Said’e de: “Türk milleti asırlardır İslam’a bayraktarlık yapmış, çok veliler yetiştirmiştir. Onların torunlarına kılıç çekilmez. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet irşad ve tenvir edilmelidir.” buyurmuşlardır
Daha buna mümasil hadiseler var. Buna rağmen evhamlı hükümet batıya, kuş uçmaz kervan geçmez bir köye sürgün etmişlerdir.
Fakat Hazret-i Bediüzzaman, kaderden gelen zahiren şer gibi görünen hadiseler içindeki ikram-ı Rabbaniyi müşahede ettiğinden; 19. asır materyalizmini öldürecek, milletin kalp hastalığına deva olacak Kur’anî iman hakikatlarını ilim ve fen asrının dimağının dersi olarak, mezkur üniversitenin vazifesini şimdi yeryüzü çapında serbest bir üniversite keyfiyetinde yapmakta olan Risale-i Nur Külliyatı’nı ve hizmetini bu mübarek beldede telifine ve te’sisine muvaffak kılınmıştır.

Yüz yirmi dört bin Peygamberin imana hizmette temel şiarı olan İN’ECRİYE İLLA ALALLAH düsturunu imtisalen, âzami iktisad ve istiğna ile beraber Süfyani devlet terörünün evhamlı istibdad-ı mutlakı altında münhasıran Rıza-yı İlahiyi esas maksad  yaparak, ömrünün sonuna kadar takat-ı beşerin fevkinde mücahede-i maneviyesine devam etmiştir. Yirmi sekiz sene sürgün, yirmi kere zehirleme, su’-i kasdlar, en fenası, bu milletin şiddetle muhtac olduğu kudsi hizmet ve gayesinin tam zıddı itham ve algı operasyonları, emperyalizmanın  tazyikı ve içerde materyalist zihniyetin ihanetleri, millî istiklalimiz ve dahili asayişin zararına devam etmiştir.
Bütün bu ihanetlere rağmen aynı zamanda ululazmane bir sabır ve dirayet ve millet-i İslam’a Muhammedi bir şefkatle kırk sene, seksen sene hayatında günde sekiz saat millet ve Alem-i İslam için canhıraş dualar ile dergah-ı izzete ilticalarda bulunduğuna halk ve talebeleri şahid olmuştur.
“Bu hizmet bir cihette benim duamın neticesidir.” buyurmuşlardır. Hatta “Hizmetimin dünyada görünecek şa’şaalı neticelerini dünya gözüyle görmek istemiyorum.” demiştir. Âzami ihlasda zirvede olduğu ehillerince müşahede edilmiştir.

Bir Not: Sultan Abdülhamid’e diğer çok ehemm bir teklifleri de: Zaman-ı istikbal çetin geliyor, İmparatorluk da çok genişlemiştir. Şahsi iktidarlar artık kifayet etmeyecektir. Bu itibarla, idarenin bir şahs-ı maneviye tevdii lazımdır. Yani, EMRUHUM ŞURA BEYNEHÜM ferman-ı İlahisi ile Şeriat-ı Garranın emri ve çetin olan istikbalin lazımı ve şartı olarak meşrutiyet-i meşruanın te’sisini de tavsiye ve makalelerle tahşidatını yapmışlardır. “Eski hal muhal. Ya yeni hâl ya izmihlâl!” buyurmuşlardır.
Herhalde o zaman milli şura olarak Hz. Bediüzzaman’ın hatırlattığı meşrutiyet-i meşrua bir inkılab-ı azim olarak isim ve resim değil, hakiki manası ile cumhuriyet te’sis edilse idi, “Yeni Türkiye” inkılabının da manevi maddi hamlelerinden akseden, görünen gerçek terakkinin şehadeti ile, Emperyalizmanın gaddar projeleri olan ladini istibdad-ı mutlaklar ile bu vatan ve necib millet,” Eski Türkiye’de görülen zillet ve esaretlere düşmeden, asrın dersi olan Kur’an’ın ilim  ve hikmet nuru ile açılımının dersleri ile beraber maddi manevi hamlelerin yolunu o zaman tutmuş olacaktı.. Allahu a’lem.

Bir not:
Fakat Sultan Abdülhamid’le görüşmeyi temin ile vazifeli olacak mel’un, casus bir mason imiş. Hz Bediüzzaman’ın hususi hizmetkarından
öğrendik.

Bir ehemm not: Risale-i Nur ve Hz Üstaz Bediüzzaman için kâl ü kıyle gerek yok ki,
Kur’an-ı Azımüşşanın i’cazına dayanan ve ayinesi olan altı bin sahife belagat harikası hakikat-ı mahza  dersleri,dünya çapında intişar etmiş ve seksen dile çevrilmiş. Alır bakar okursun. Belki hasarat etmek yerine, hem dünya hem ahiret saadetine kavuşursun.

Ahırzaman üzerine çok rivayet var: “Ahırzamanda siah kılıç yerine,hak va hakikatın bürhanları düşmanları mağlub edip dağıtacak.” gibi. Bir de şu rivayet mühim: “Ahır zamanda gelecek zatı tanımadan ölen, cahiliye ölümüyle ölür.” Bizi teyakkuza davet ediyor.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Feto’yu Ruslara İhale Edebilirler / Vehbi KARA

ABD’nin Feto yüzünden başı iyice sıkışmış durumda. Fırsat bulur bulmaz yapacakları işlerin başında FETÖ örgütünün …

Kapat