Zübeyir GÜNDÜZALP / Ömer ÖZCAN

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İstikâmet ve sadakat timsali

ZÜBEYİR GÜNDÜZALP / Ömer Özcan *

Kafkas asıllı olan Ziver Gündüzalp, 1920 yılı Konya Ermenek doğumludur. “Zübür’ümü kâinata değişmem” diyen Sevgili Üstad’ı, kâinata bedel bu talebesinin adını “Zübeyir” olarak değiştirmişti.

Konya Postahanesinde telgraf memuruyken, Sabri Halıcı ve Rıfat Filizer Ağabeyler vesilesiyle Nurlarla müşerref olmuştur.

1946’da ilk defa Üstad’ı ziyaret etmiş, 1948’de altı ay Afyon hapsinde Üstad Hazretleriyle beraber hapis yatmıştır. Afyon mahkemesi kendisini yanlışlıkla tahliye edince, Üstad’ından ayrılmamak için bu yanlış tahliyeyi düzelttirmiştir. Daha sonraları da kendisinin Nur talebesi olduğunu ihbar ederek Üstad’ının yanında bulunabilme çarelerini aramıştır. 1971 yılında İstanbul’da vefat eden Zübeyir Ağabey, henüz 51 yaşında idi…

Zübeyir Ağabeyi ilk defa Ankara’da gördüm Vefatlarından bir sene öncesi, yani 1970 senesiydi. Bir pazar günü, kaldığım Tandoğan Mebusevler dershanesinden Hacı Bayram Camii yanındaki “27 Numara” isimli Bayram Yüksel Ağabeyimizin kaldığı dershaneye gitmiştim. Niyetim, Bayram Ağabeyi ziyaret etmekti. Dershanede toplam yedi veya sekiz kişi ya var, ya yoktu.

Baktım ortadaki salonda birkaç kişi, kolları sıvalı, ayaküstü sohbeti yapıyorlar. Bayram Ağabey dedi: “Ömer Kardeş, bak Zübeyir Ağabey; hiç görmüş müydün?” (İstanbul’da okuyan ağabeyim, Zübeyir Ağabeyi bana çok anlatmıştı. Zübeyir Ağabeyin Afyon müdafaasına da hayrandım. Bu sebeplerden dolayı Zübeyir Ağabeyi çok merak ediyordum.) Bayram Ağabeyin sözünden sonra Zübeyir Ağabeye tekrar baktım. O

anda sanki Üstad’ı görmüş gibi oldum. O kadar çok benziyordu ki, nutkum tutulmuş, öylece donakalmıştım. Epey şeyler anlattığı halde hiçbiri aklımda kalmadı! Sadece “Avrupa ve Amerika’nın ahlâksızlıklarına karşı yalnız, ancak Risale-i Nur’un kal’a olabileceği” ifadeleri hulasaten zihnimde kalmıştı.

Zübeyir Ağabeyin şahidi olduğum bir kerameti

Namazı beraber eda ettikten sonra Bayram Ağabey, “Zübeyir Ağabeyle meşveret etmek isteyen varsa, Zübeyir Ağabey yandaki odaya geçti, sırayla girin” dedi. Birden içime bir ateş düştü: Zübeyir Ağabeyle baş başa kalıp konuşmak… Fakat aklıma bir türlü bir şey gelmiyordu!

“Allah’ım, ben ne konuşayım!” diye kıvranırken, birden okulumuzda mescit olmadığını hatırladım. Hakikaten namazları olmayacak yerlerde kılıyor, zorlanıyorduk.

Birkaç kişi Zübeyir Ağabeyle görüşüp çıktıktan sonra kapıyı tıkladım, içeri girdim. Zübeyir Ağabey yerde diz çökmüş, başında takkesi takılı, önünde ellerini koyduğu bir rahle var. Selâm verdim, kendimi tanıttım.

Dedim ki: “Ağabey, okulumuzda mescit yok. Bilhassa ikindi namazlarını kılmakta zorlanıyoruz. Ne yapmamız lazım?” Ziyaretimin sunîliğinden olacak herhalde, namazları aksatıyoruz gibi bir mana uyandırmıştım. Zübeyir Ağabey kaşlarını çattı, sağ elini şecaatle ileri doğru bir yay çizerek salladı, “Kılacaksınız kardeşim! İmza toplayın, idarecilerinizle görüşün, mescit açtırın. Allah sizi muvaffak edecektir” dedi, Bu manada başka müjdeli şeyler de söyledi. Teşekkür edip dışarı çıktım.

Hakikaten hiç aklımıza gelmiyordu idarecilerle görüşüp mescit açtırmak… Hâlbuki idareciler müspet insanlardı. Fakat o tarihlerde üniversitelerde mescit açtırmak, çok mühim ve zor bir hadiseydi. Belki de başka okullarda hiç yoktu.

Neyse bilhassa Zübeyir Ağabeyin hemşehrisi hocamız Konyalı Abdullah Nişancı Bey’in samimi gayretleriyle revirin yanında bir mescidimiz oldu.

Okulda da öyle bir Nur hizmeti başladı ki, hem keyfiyetli, hem kemiyetli, muazzam bir cemaat çıktı ortaya… O zaman okulda yatılı kalan Malatyalı Bilâl, Cumali, Hacı Mehmet gibi kardeşlerin çok büyük hizmetleri oldu. Hatta ekseri kardeşler motor bölümünde olduğundan o senelerde bölümler arası futbol turnuvası için “motor bölümü” takım çıkaramadı; çünkü bölümün çoğu ehl-i dershane oldu. Onların top oynayacak vakitleri de yoktu yani… Zübeyir Ağabeyin “Allah sizi muvaffak edecektir” sözünü şahsen hiçbir zaman unutmuyor ve manen kuvvet buluyordum.

Teknik ilâhiyat fakültesi!

O tarihlerde anarşinin, boykot ve işgallerin üniversiteleri sardığı unutulmamalı… Cemaat o kadar büyüdü, o kadar bereketli hizmetler yaptı ki kardeşlere, mescit yetmemeye başladı. Bir teşebbüs daha yapılarak, yatılı talebelerin kaldığı koskoca B bloğunun altı neredeyse cami büyüklüğünde bir mescit oldu. Bilhassa Ramazan aylarında ve diğer günlerde dışarıdan ağabeyler geliyor, dersler yapıyorlardı. Artık okulun adı halk arasında “Teknik ilâhiyat fakültesi!” diye esprili olarak anılıyordu. Bu hizmetler Bayram Ağabeyin çok hoşuna gidiyor, kardeşlere iltifatlar ediyordu. Vefatına kadar da her görüşmemizde o ekibi sırayla sayar, halâ memnuniyetini belirtirdi.

Benim aklımdan Zübeyir Ağabeyin sözleri hiç çıkmıyordu. Âdeta bu hizmetlerde Zübeyir Ağabeyin tasarrufu vardı. Vefatından önce muvaffakiyet müjdelerini vermişti. Şimdi bu notları yazdığım 30 küsur sene sonra da bu okuldaki hizmetlerin birinciliği koruduğu söyleniyor.

Zübeyir Ağabeyin buna benzer yıllar sonra ortaya çıkan bir kerametini Rahmi Erdem Bey’in hatıralarında okumuştum. Şöyle ki:

Rahmi Ağabey, Zübeyir Ağabeye “Ağabey sana biraz Şark’taki medreseleri gezdirelim, kardeşlere takviye olur” diye teklif ediyor. Zübeyir Ağabey diyor: “Kardeşim! Benim gönlüm Üstad aşkıyla dolmuş. Şark’ın bazı âlimleri kıskanç olur, ‘Bediüzzaman’ın talebesi gelmiş, şunu bir imtihan edelim; bir kuyuya bir fare düşse, kaç kova su çektikten sonra temiz olur?’ diye sorarlar…”

Rahmi Ağabey anlatıyor: “Zübeyir Ağabey vefat etti. Yıllar sonra Şark’ta yaptığım bir dersten sonra bir âlim zat dedi, ‘Siz Bediüzzaman’ın talebeleri âlim olmuşsunuz, şimdi ben de seni bir imtihan edeyim, bir soru sorayım: Bir kuyuya bir fare düşse kaç kova su çektikten sonra su temiz sayılır?’ diyerek Zübeyir Ağabeyin kerametinin musaddıkı oluyordu!

Zübeyir Ağabey tam bir edep ve ahlâk timsaliydi. Derslerde takkeyle oturur, namaz kılar ibadet eder gibi huşû içinde ders dinlerdi. Daha önceleri, Fatiha’yı okuduktan sonra ellerimizi yüzümüze sürerdik. Ben ilk defa Zübeyir Ağabeyde Fatiha’nın tamamını elleri dua şeklinde açık okurken gördüm. Dikkatimi çekmişti…

Risale-i Nur’da Zübeyir Ağabey

“…Hakikî fedakâr Zübeyir, en lüzumlu ve hizmete şiddet-i ihtiyacım zamanında buraya imdadıma geldi. Yoksa Isparta’dan o sistemde birisini isteyecektim.” (Emirdağ Lâhikası-II, 15)

“Zübeyir, bana merhum biraderzadem Abdurrahman yerine ve Ceylan, merhum biraderzadem Fuat bedeline verilmiş diye manevî ihtar aldım…” (Şualar, 535)

“Şimdi manevî evlatlarım, fedakâr hizmetkârlarım olan Zübeyir, Ceylan, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi ve has ve halis Nur’un kahramanları olan Hüsrev ve Nazif, Tahiri, Mustafa Gül gibi zatların nezaretinde o düsturumun muhafaza edilmesini vasiyet ediyorum.” (Emirdağ Lâhikası-II, 217)

“Zübeyir’in mahkemede okuduğu müdafaası gibi, parlak methiyesi inşaallah onları takdir ve tahsine sevk etmiş ki taaccüple kararnamede yazmışlar.” (Şualar, 444)

Eyüp Ekmekçi Ağabeyden tespitler


Eyüp Ekmekçi Ağabey, 1962–1971 seneleri arasında fasılasız olarak Zübeyir Gündüzalp Ağabeyimizin dokuz sene hizmetinde bulunmuştur. Neredeyse Zübeyir Ağabeyin yaşadığı her hadisenin en yakın şahidi ve Zübeyir Ağabeyi en iyi tanıyanlardan birisi, belki de birincisidir. Eyüp Ağabeyde, Aziz Üstad’ımızın “Hayatım, hayatınla devam edecek” dediği iki ağabeyden birisi olan Zübeyir Ağabeyin sıbgasını hissediyoruz (diğeri Sungur Ağabey). Eyüp Ağabeyle beraberliğimizden dolayı Zübeyir Ağabeyle çok konuşmuşuz, yanında çok bulunmuşuz hissini veriyor bize… Senelerden beri ısrarlı taleplerimiz üzerine çok cüz’î bir kısmı da olsa hazırladığı notlardan istifade etmemize müsaade etmiştir:


Zübeyir Ağabeyden işittiğimiz ilk hatıra

Muazzez Üstad’ımızın sadık ve sıddık hizmetkârı Zübeyir Gündüzalp Ağabeyden ilk işittiğimiz hatıra şuydu:

Üstad’ımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin zaman zaman Nur’un erkânı olan ağabeylere şu Nur’un Kur’anî meslek ve meşrebi noktasında çok ehemmiyetli dersi verdiklerini naklediyorlardı:

“Şah-ı Geylânî, İmam-ı Rabbanî gibi zatlar da gelseler, ‘Said, sen bu tarzda devam edersen şu birkaç biçareden başka şakirdin olmayacak; hem aç kalacaksın, hapis yatacaksın. Fakat tarzını şöyle bir parça değiştirsen -yani siyasetvari veya tasavvufvari– bütün memleket senin şakirdin olacak, hatta başbakan ve reis-i cumhur da sana şakirt olup, gelip elini öpecekler’ deseler ben bu tarzımı bırakmayacağım’ buyuruyorlardı.

Üstad’ımız bazen ders verdikten sonra bizi imtihan ederlerdi:

‘Bana bir şeyler olsa desem ki: ‘Kardeşim! Biz şimdiye kadar bu tarzda gittik, fakat ben yanılmışım! Bundan sonra şöyle bir tarzda gideceğiz.’ Biz derdik: ‘Üstad’ım, biz size hürmet ederiz, elinizi öperiz; fakat Risale-i Nur, serapa delil ve burhandır ve Kur’anîdir. Biz Risale-i Nur’dan ve tarzından vazgeçmeyeceğiz.’”

“Konuştuklarımızın Risale-i Nur’dan yerini bulun”

Merhum Zübeyir Ağabey, sohbetlerinin ekserisini sonunda, “Kardeşim! Konuştuklarımızın Risale-i Nur’dan yerini bulun” derdi. Demek Zübeyir Ağabeyden nakledilen meseleler, sözler, Risale-i Nur mehazına uygun değilse yanlıştır veya tevil-i fasit olabilir. Maalesef çok vak’a cereyan etmiştir. Halen çok galat ve yanlışlar var.

Merhum muazzez ağabeyimiz, “Ben nakilciyim, Üstad’ımdan naklediyorum” buyururlardı. Ve “Ben Üstad’ımın sözüyle hareket edersem, muvaffak olamasam da Üstad’ım beni kurtarır. Fakat kafadan hareket edersem, beni kim kurtaracak!” diye ibretli mes’uliyet dersleri verirlerdi.

Bir kardeşe de, “Kafadan hareket etme, kafanı çalıştır!” diye bir ikazı var.

Fırıncı Ağabeyin rivayetiyle de, “Biz bazen kafadan konuştuğumuz zaman, ‘Satırdan kardeşim!’ diye Zübeyir Ağabey ‘nun’u tınlatırdı…”

“Mesleğimiz cihad-ı manevîdir”

Yine Zübeyir Ağabeyden naklen: “Üstad’ımız şiddetli bir ders verdiği zaman bakarız halimizde o derse bizi muhatap etmeye sebep bir yanlışlık var mı? Halde yoksa maziye döneriz; geçmişte de yoksa istikbalde başımıza gelecek bir halin dersidir, ikazıdır.”

Dava adamı, davasını bazen bir cümlede ifade eder. Bu neviden ders ve sözler Üstad’ımızın hayatında ve Risale-i Nur Külliyatında pek çok vardır. Fikrine fazla güvenen bazı zatlar vardır. Birisi bir gün bizzat Üstad’ımıza: “Üstad’ım! Daha geniş çalışmamız lâzım” diye bir nevi itirazda bulunuyor. Üstad’ımız ise yanında bulunan Nur erkânı ağabeylere bedi’ mürebbiliği itibarıyla bazen şiddet kullandığı halde Zübeyir Ağabeyin ifadeleriyle, bazen vartaya düşen bir talebeyi kurtarmak için o Aziz Üstad, o talebenin karşısında “Evlâdım! Yavrum!” diyerek iknaya çalışırken âdeta tezellül haline girerlerdi.

O esnada Fırıncı Ağabey geliyor. Üstadımız, Fırıncı Ağabeye dönerek:

Kardaşım Fırıncı! Seni hakem tutuyorum. Ben diyorum ki, bu hizmet Risale-i Nur’un neşri medrese-i Nuriyelerle olacak. Bunlar başka tarzlar arıyorlar; sen ne dersin?”

Hatta merhum Zübeyir Ağabey son zamanlarında, “Mesleğimiz cihad-ı manevî olduğuna dair bahisler Hizmet Rehberi’ne az girmiş. Siz külliyat’tan bu mevzuda bir tahşiye yapın” diye tavsiye etmişlerdi.

Altı bin sayfa Külliyat’ta üç bin küsur sayfada iman hakikatlerini, marifetullahı ve muhabbetullahı ders verirlerken üç bin sayfaya yakın, tarihçe, lâhika ve müdafaatında mahza Kur’anî olan meslek ve meşrebini ders vermişlerdir. Necip ve Mualla Üstad’ımızın Kur’anî olan meslek meşrebine dair bütün tahşidatları bu “cihad-ı manevî” üzerinedir.

Ahir zamanda gelecek zatın üç vazifesi mevzuunda; birinci vazife doğrudan doğruya bu “cihad-ı manevî” mesleğidir ve yüz sene sonra gelecek o zat dahi şimdi gelse siyaset âlemindeki vaziyetinden feragat edecek ve iman hizmetini esas yapacağına dair lâhikalarda çok bahisler var. Diğer iki vazife ise, netice olarak mütalâa ediliyor. Allah’ın vazifesidir, deniliyor ve kader programına havale edilip zamana bırakılıyor.

Hatta Mustafa Sungur Ağabeyimizin bu meyanda hatıraları var. Mealen: “Üstad’ımız bir gün ‘Zübeyir, Sungur, Hüsrev, Nur’dan yükselen üç sütundur’ buyurdular. O anda benim aklıma geldi ki, Hüsrev Ağabeyin hizmeti Isparta’ya bakıyor; Zübeyir Ağabeyin İstanbul’a… Üstad beni de daha ziyade Ankara’ya gönderirdi. O anda Ankara’daki hizmet muhitinde olma arzusu bende uyandı.

Üstad’ımız, ‘Sungur, Menderes seni Ankara’ya çağırsa, ‘Gel Risale-i Nur’u devlet eliyle bütün dünyaya neşret’ dese, senin burada bulunman daha mühimdir. Gerçi o vazife-i ilâhiyedir’ buyurmuştur.”

Cihad-ı manevînin en büyük şartı, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, bizim vazifemiz hizmettir, netice Cenab-ı Hakk’a aittir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.

Üstad’ımızın emirlerine akıl ve mantık karıştırılmamalı”

Zübeyir Ağabey anlatmıştı:

“Hizmette en mühim bir husus, Üstad’ın emir ve işlerine kendi aklını karıştırmamaktır. Bir gün Üstad Hazretleri, yazdığı bir dilekçeyi bana verdi ve ‘Git bunu kaymakama ver’ dedi. Şimdi ben aklımı ve mantığımı karıştırsam şöyle düşünmem lazım:

“‘Kaymakam bu saatte yatıyordur, yarın nasıl olsa dairesine gelecek, ben de erkenden getirip dilekçeyi veririm…’

“Hâlbuki Üstad’ımızın emirlerine akıl ve mantık karıştırılmamalı.

Ben dilekçeyi aldım ve hemen kaymakama gittim. Adam kapıyı açar açmaz bin bir küfür ve hakaretler savurmaya başladı. Ben Üstad’ın emrini yerine getirmek için sükûnetle bekledim ve ‘Bu, Üstad’ımızın dilekçesidir’ dedim, uzattım. Adam, ‘Neyse haydi ver’ dedi ve dilekçeyi aldı. Meğer sonradan anlaşıldı ki adam ertesi gün izne ayrılacakmış…”

“Bediüzzaman, yeryüzünde üç cemaatin üstadıdır”

“Bir zata soruyorlar: ‘Bediüzzaman Hazretleri hakkında ne diyorsunuz?’ O ehl-i ilim muhterem zat: ‘Kardeşim! Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, yeryüzünde üç cemaatin üstadıdır. Bir: Risale-i Nur’dan iman-ı tahkiki, marifetullah, muhabbetullah dersleri alarak bu memleketi, sonra âlem-i İslâm’ı, hatta şimdi küre-i arzı bir mekteb-i Kur’anî ve imanî hükmüne getiren cemaatin üstadıdır. İki: Mü’minler mabeyninde imanî uhuvveti tesis etmesiyle âlem-i İslâm’ın Üstad’ıdır. Ve yeryüzünde muvahhidin cemaatinin üstadıdır. Risale-i Nur’un has dairesinde ve sıhhatli ve şifabahş hanesinde siyaseti terk ve geniş daireyi medar-ı nazar etmemesi, bütün cereyanların fevkinde bir keyfiyete ulaşmasının sırrını taşıyor.’”

Seyyid veya efendi, hizmetkâr veya talebesini imtihan eder”

Üstad, Risale-i Nur’da, ‘İfadelerim müşevveş oldu, filanca talebem tâdil veya ıslah etsin’ gibi ifadeler kullanıyor. Bunu ‘Bir seyyid veya efendinin hizmetkâr veya talebesinin sadakatini ölçmek için bir imtihanıdır’ diye düşünmek lazımdır.”

Üstad’ımız, ‘Kardeşim! Ben âlim değil, hizmetkâr yetiştirdim’ demişti.”

“Eğer ben Bediüzzaman’ın hizmetçisiyim veya talebesiyim diye kendime bir paye verirsem kardeşlerim, şimdiden hakkımı helâl ediyorum, damarımdan şırıngayla bir zehir zerk ediverin!

“Derslerde üç şeyden bahsedilir”

“Biz derslerde ya Risale-i Nur okuruz, ya Üstad ve Risale-i Nurlardan bahsederiz veya havadis-i Nuriyelerden anlatırız. Bunun dışında her türlü müspet ve menfî günlük siyasî içtimaî meselelerden bahsetmek sadakatsizliktir, bid’attir.”

“Kalemlerinizi çalıştırın”

Üstad’ımıza ve Risale-i Nurlara taarruz edildiği zaman gazete lisanıyla cevap verilmemeli. Kendi dairemizde lâhikalar neşrederek cevap verilmelidir. Böyle durumlarda kalemlerinizi çalıştırın…”

“Ben Risale-i Nur’u okuduktan sonra…”

Bir kardeşimiz bir gün heyecanla geldi, ortada bir mesele varmış gibi, Zübeyir Ağabeye, “Ben şahidim, Üstad gazeteleri size okutuyordu!” deyince, ben ömrümde Zübeyir Ağabeyin o kadar hiddetlendiğini görmemiştim. “Otur kardeşim!” dedi. Bana “Sen de otur, yaz bunları!” dedi. Evet kardeşim, Üstad gazeteleri bana okutuyordu; fakat ben Risale-i Nur okuduktan sonra bir tek yazı, makale, gazeteyi istifade niyetiyle okumamışım. Nerede bir iğne, bir çuvaldız, bir plân, bir taarruz var, onu anlamak için okurum.”

Çocuk terbiyesine çok önem verirdi

Zübeyir Ağabey çocuk terbiyesine çok önem verirdi. Şu sözler ona ait:

“Çocuklar veli-yi nasihten ziyade, güzel örneklere muhtaçtırlar.”

“Çocuk terbiyesi hakaik-i imaniyedir.”

“Mesleğimiz cihad-ı manevî olduğundan, muvaffak olanlar tecrübelerini yazsalar havadis-i Nuriye hükmüne geçer.”

Ben bir gün çocuklara biraz sertçe davranmışım. Zübeyir Ağabey hemen ikaz etti, “Bu çocuklara sert davranma. Biz irşadı Risale-i Nur’a bırakmışız. İmtizaç, şefkat, müsamaha lazım…” dedi.

________
* Ağabeyler Anlatıyor -1  

Yazar : Ömer ÖZCAN

1950 yılında Milas’ta doğdu. Ortaokul ve lise eğitimini İzmir’de tamamladı. 1968 senesinde lise ikinci sınıfta iken Risale-i Nur’u tanıdı. 1969’da ‘Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’na (Bugünkü adıyla: Teknik Eğitim Fakültesi) kaydoldu… Ankara’da beş seneye yakın Bayram Yüksel Ağabeyin nezaretinde muhtelif Dersane-i Nûriyelerde kaldı. 1973 senesinde öğretmen olarak mezun oldu. 1973’den 1984’e kadar 11 sene Zonguldak’ta lise öğretmenliği yaptı. Sonra İzmir’e, mezun olduğu liseye öğretmen olarak atandı. 2000 senesinde aynı okuldan emekli oldu. Ömer Özcan evli ve iki kız babasıdır. Şimdi İzmir’de ikamet ediyor. Bütün mesaisini iman ve Kur’an hizmetlerine ayırmaya çalışmaktadır.
Ömer Özcan’ın Bediüzzaman Said Nursi ve talebeleri hakkında hatırı sayılır bir arşivi vardır. Kendisinde, Hz. Üstad’la görüşen veya görüşmeyen kadim ağabeylerden fotoğraf, ses, video veya yazılı olarak yaptığı kayıtlar mevcudtur. Ayrıca Risale-i Nur’un teksir veya matbaa olarak ilk baskılarının tamamına yakını Ömer Özcan’ın arşivinde bulunmaktadır. El yazılı orijinaller de vardır.
Ömer Özcan, Üstad Said Nursi Hazretleriyle hatıraları olan Ağabeylerle yaptığı röportajların bir kısmını kitaplaştırmıştır. “Risale-i Nur Hizmetkârları AĞABEYLER ANLATIYOR” adıyla seri olarak yayınlanmış sekiz kitabı bulunmaktadır. Yeni kitap hazırlıkları ve araştırma çalışmaları devam etmektedir.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Eflâni Nur Talebelerinden Ahmet Fuat

Eflâni Nur Talebelerinden AHMET FUAT GÜVEN Kendisi 1897 doğumlu olup Eflâni’nin Mülâyim köyündendir. Önceleri imamlık yapıp …

Kapat